BATHONEA KAZISI; NEW YORK TIMES'TA

The New York’ Times Jennifer Pinkowski imzasıyla çıkan yazı:

Kuraklık Vurduktan Sonra İstanbul Eski Hazinelerini Ortaya Çıkarıyor.
İstanbul – Türkiye’nin en büyük kenti, 1600 yıl boyunca inşa edildi, yıkıldı, yeniden kuruldu ve yerle bir oldu, bu sırada yedi tepesi üzerinde katman üstüne katman yaşamlar gelişti durdu.
İstanbul günümüzde 13 milyon nüfuslu,  bu yedi tepenin çok ötelerine kadar yayılmış bir şehir. Ve uzun zamandır tarım yapılan, Küçükçekmece Gölün’e taşmış bir yarımadada, kent merkezinin 20 km batısında, arkeologlar olağan üstü bir keşifte bulundular.

Bu keşfin adı Bathonea, İ.Ö. 2. yy’dan kalma önemli bir liman kenti. 2007’de, kuraklığın gölün su seviyesini düşürmesinin ardından bulunduktan sonra, İ.S. dörtten altıncı yüzyıla kadar yayılan, çok önemli kalıntılar sunmaya devam ediyor. Bu öyle bir dönem ki, Konstantinopol’ün kuruluşuna ve yükselişine paralel, ardı ardına gelecek olan üç imparatorluğun gücünün konuşlandığı yer olacak – Doğu Roma, Bizans ve Osmanlı.

Bu erken dönemle ilgili bazı tarihi kayıtlar olmasına karşın, fiziki çok az kalıntı bulunuyor. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin İstanbul bölümündeki zayıf sunum vitrinlerdeki Mezopotamya’dan, Anadolu’dan, Lübnan’dan gelen zenginliklerin yanında solup gidiyorlar.
Böylece, ilk keşfi yapan arkeolog Kocaeli Üniversitesinden Şengül Aydıngün, Bathonea’nın (Bath-oh-NAY-uh okunur) Konstantinoplo’ün kütüphanesi haline geleceğini söylüyor.

Kuraklık, çok iyi korunmuş ve yaklaşık 2,5 mil uzunluğunda bir sahil duvarını açığa çıkardıktan sonra, Dr. Aydıngün ve ekibi kısa sürede limanın, olasılıkla İ.S. 4. yy’dan kalma binalar, rıhtımlar ve bir dalga kıran ile donatılmış olduğunu gördüler. Başka keşifler de peşi sıra geldi. Sadece son kazı sezonunda, arkeologlar, kullanımları 1000 yıla yayılmış, liman duvarlarını, özenle inşa edilmiş binaları, devasa bir sarnıcı, bir Bizans kilisesini ve taş yolları ortaya çıkardılar.

Bathonea’nın iki sezon boyunca yüzey araştırmasını yapmış olan, İngiliz Bristol Üniversitesi’nden Volker Heyd “Şengül’ün son birkaç sezonda yaptığı saha çalışması inanılmaz” diye söyledi. “Şu anda yapılan keşifler Konstantinopol’ün geniş kent bölgesi hakkında daha önce hiç olmadığı gibi bizi aydınlatıyor. Fantastik bir hikaye kendini göstermeye başlıyor.”

Örneğin 2008 yılında, Doğu Akdeniz Üniversitesi’nden sualtı arkeolojisinde uzmanlaşmış arkeolog Hakan Öniz, gölün içinde bulunan ve yerel halkın, yakındaki köyde yaşayanların günahlarına göre, ara sıra gölün üzerine çıkıp kaybolan, bir çeşit mistik bir minare olarak adlandırdığı yapıyı araştırdı. Sahilden 800 fit uzakta bulunan harabe bir deniz feneri olabilir.

O zamandan beri, Dr. Aydıngün’ün ekibi ve sekiz yabancı üniversiteden gelen araştırmacılar, yarımadanın doğu sahilinde, ikinci daha eski bir liman buldular. Grek etkilerinin gösterdiğine göre İ.Ö. 2. yy’a tarihleniyor.  Hemen yakındaki, yuvarlak bir Grek tapınağının temelleri üzerine kurulmuş, beşinci ya da altıncı yüzyıl Bizans kilisesi, 20 gömüt içeren bir mezarlık ve büyük bir Bizans hacı içeren kabartma buldular. Sikkeler, çanak çömlek parçaları ve diğer buluntular, 557 depreminde yapının zarar gördüğünü ama 1037’deki büyük depremde tamamen yıkılana kadar kullanıldığını gösteriyor.

Üç insanın bedenleri yıkılmış bir duvarın altından çıktı, hemen yanlarında duran bir sikkede resmi görülen önemsiz Bizans imparatoru ise deprem yılında tahttaydı.Yüksek, dikenli otların arasında bir buçuk mil kadar limanın kuzeyine çıktıktan sonra araştırmacılar 360’a 90 fit ölçülerinde bir açık hava sarnıcını, çok katlı binalara ait olması gereken duvarları ve temelleri buldular. Bulunanlar, asırlar içinde değişikliklere uğramış, lüks bir villanın ya da bir sarayın parçaları olabilirdi. Çünkü arkeologlar, uzun yıllar sürecek ve tarihi kaynakların söz etmediği bir yeri kazıyorlar.

Çok fazla sonuç çıkarmak konusunda kararsızlar. Hatta Bathonea ismi bile aslında bir kod adı. İki eski referanstan esinlenilmiş. Bunlardan birincisi, birinci asırda yaşamış olan Yaşlı Pliny; “Doğa Tarihi” adlı kitabında göle besleyen ara suyun adını Bathynias olarak veriyor. İkincisi ise dokuzuncu yy’da yaşamış Bizanslı rahip, Theophanes, bölgeyi Bathyasos diye adlandırıyor.

“Dr. Aydıngün” ismin üzerinde büyük bir soru işareti var diyor. “Henüz bir şeyler söylemek üzere çok erken. Ama isim hiç önemli değil. Önemli olan, insanların hiçbir şey yok dediği yerlerde, binalar, yollar var.” “Fakat, orada bir şey var” diye devam ediyor. “Ne olduğunu bulmak belki bir yaşam boyu sürecek ama belki önümüzdeki yıl bile daha fazlasını anlatabileceğiz.”
 
Arkeologlar şu kadarını biliyorlar: Alan çok geniş. En azından 3 mil kareye yayılmış durumda, ve sahil duvarları Konstantiopol’ü saran duvarların neredeyse yarısı uzunluğunda. Kent zengin sayılabilecek durumdaydı; zengin avlakları ve Küçükçekmece gölünün sunduğu olanaklarla, şehirli seçkinler için tatil evlerinin olduğu bir yerdi, O göl ki, kente en yakın tatlı su kütlesiydi. Bölgenin her yerine villalar ve saraylar inşa ettiler. 14’üncü asra kadar giden, pahalı, Roma camları ve çanak çömlek parçaları buldular. Mermerler, süt mavisi renkli, çok gösterişli bir tanesini de sayarak, kilisenin ve en azından bir başka binanın, tabanına ve duvarlarına dizilmişti.

Ayrıca buluntular arasında “Konstans” damgalı tuğlalar çıktı. Bunlar Konstantinopol’de beşinci yy. başında imal edilmiş ve çoğunlukla, Ayasofya gibi, imparatorluk yapılarında de bulunmuştu. Ayasofya, altıncı yy.’da yapılmış ve 900 sene Bizans İmparatorluğu’na ana katedral olarak hizmet etmiş yapıydı. Aynı damgalı tuğlalardan, gölün karşı kıyısından, bir tepenin üzerinden Marmara’ya bakan, beşinci yy. yapısı, Rhegion’da da bulunmuştu.

Bathonea dünya ile de bağları olan bir kentti. Bulunan bazı çanak çömlek parçaları ta Filistin’den ve Suriye’den geliyorlardı. Yabancı malların geldiği yerlerin tipik özelliği olarak, geniş yollara sahipti. Bu yolların en eskisi de Roma dönemine tarihleniyordu. Ancak hala Konstantinopol’e olan ilişkisi çok açık değil. Yunanistan ve Kıbrıs’ta eski liman şehirlerini çalışan, Buffalo Üniversitesinden klasik arkeolog olan Bradley A. Ault, “Bathonea’nın önemli bir kentin uydu limanı olması fikrini sevdim” diye konuştu.

 “Atina’nın Pire limanı, Roma’nın Ostia limanı gibi”.
Bu durumda, liman belki de şehir duvarlarının dışında, hem ticari gemilere hem de imparatorluk donanmasına, korunaklı sularda, güvenli bir liman sunuyordu. Pennsylvania Üniversitesi’nden Bizans uzmanı Robert Ousterhout, “Haliç’n ve Marmara’nın değişik yerlerinde limanları vardı” diye konuştu.

Şimdilerde 13 ile 65 fit arasında derinliğindeki Küçükçekmece Gölü’nün, o zamanlar her tür boydaki geminin rahatça seyir yapacağı derin bir koy olduğunu söyledi Dr. Aydıngün. Gölde yapılan sonar araştırması, Bizans madeni çıpaları olması kuvvetle muhtemel altı sinyali, göl tabanının kumlarından verdi. Ayrıca gemi inşasında kullanılan türden büyük demir çiviler de kazı sahasında bulundular.
Son yıllarda, kurtarma kazıları sırasında, İstanbul müthiş önemli, pek çok keşfe sahne oldu.

Özellikle, bir dizi çok önemli gemiyi gün ışığına çıkaran, Yenikapı Transit Projesinde. Sualtı arkeoloğu Hakan Öniz, Bathonea’da hiç gemi kalıntısı bulunmadı, yakın bir tarihte de bulunma ihtimali yok dedi. Çünkü gölün suyu öylesine endüstriyel atıklarla kirletilmiş ki içinde dalmak çok tehlikeli. Yeni bir su arıtma tesisi gölün araştırılmasını birkaç yıl içinde mümkün kılabilir.

Bathonea’da arkeologlar uygarlığın erken çağlarına ait daha fazla sayıda insan yapısı nesne bulmayı umuyorlar. 2007 yılında, Dr. Aydıngün ve İstanbul Üniversitesinden Emre Guldogan 9000 yıllık çakmaktaşı aletler buldular. Bunlar pek ala Avrupa kıtasındaki, Çanak Çömleksiz Neolithik döneminden, en eski tarımsal bir yerleşmeye ait olabilirdi.

Dr. Aydıngün, Bathonea’nın rolünün – ve gerçek isminin – ancak daha fazla araştırmayla ortaya çıkacağını söylüyor.Yerin Altını İnceleyen radar çalışmaları şu andaki toprak seviyesinin altında, çok yaygın bir yapı katmanına işaret ediyor. Şu andaki tüm eforlarını sahile yakın noktalara yoğunlaştırmış olan kazı ekibi, biraz daha içerlerde kalan ağaçlık ve dikenli çalılık alanları da kazmak zorundalar. Bölgeyi tarla olarak kullanan çiftçilerin sapanları buralara işleyemediği için kendi doğal hallerinde bırakmışlar. Dr. Aydıngün bunun bir nedeni olması gerektiğini düşünüyor, “Sanırım bu binalar, böyle, devam edip gidiyor, düşünebiliyor musunuz?”