MÜBADİL LEZZETLER-DİDİM

Selanik’ten, Pravuşta’dan, Leros’tan, Girit’ten, Samos’tan geldiler ve bir daha geri dönmediler. Hayalleri ve sofraları zengin değildi ama kalabalıktı. Ortak isimleri, mübadildi. Onlar için mübadele, yalnızca bir ticari malın veya siyasi anlamda insanların takas edilmesi değildi; ortak bir yazgıyı paylaşmak ve gidenlerin izlerini, kendi anılarına karıp, bölüşülen ekmeğe katık etmekti…

Mübadil Lezzetler-Didim çıktı.

Mübadil Lezzetler Didim, 1923-1930 arasında yaşanan “Halkların Mübadelesi” sürecinde, Balkanların çeşitli bölgelerinden gelip özellikle Didim ve civarına yerleşen mübadillerin, bölgeye beraberlerinde getirdikleri yemek kültürünü, 2. ve 3. kuşak temsilcilerinin ağızlarından aktaran hikayelerle anlatıyor. Kitapta yer alan her bir portrenin anlatısında geçen, belki de bugüne kadar hiç duyulmayan yemeklerin tarifleri ise, her bölümün sonunda reçeteleriyle birlikte yer alıyor.

Yaklaşık 8 ay süren saha çalışmasıyla Didim’in çeşitli bölgelerinde, yöre insanıyla vakit geçiren, bir sözlü tarih çalışması yaparak anıların içinden tarifleri çıkaran Gastronomi Yazarı BikemÖğünç ile Seyahat Fotoğrafçısı Zeynep Seda Çakır’ın ortak çalışması olan Mübadil Lezzetler Didimkitabında,doğal ortamlarında fotoğraflanmış 60 özel tarif, yer alıyor. Didim ve civarında yaşayan mübadillerin, pek çoğu yıllardır yapılamayan yemek tariflerinin yanı sıra kitapta, Ege Bölgesi’ne has otlarla hazırlanan çeşitli tarifler de bulunuyor.  Okuyucusuyla buluşan bu çok özel kitap, Vegan yemek kültürüne uygun reçeteleriyle de ses getirmeye hazırlanıyor. 

Turizm Araştırmaları Derneği (TURAD) tarafından projelendirilen ve Didim Belediyesi’nin katkılarıyla hazırlanan Mübadil Lezzetler Didim, mübadele döneminde kente gelenlerin mutfaklarından, unutulmaya yüz tutmuş tarifleri sunuyor.

Kitaptan alıntı: “Kucağımda bir kız çocuğu, sırtımda bir bohça vardı. Bizi nereye götürdüklerine dair kaygısı yüzünden hiç silinmeyen bir kocanın peşi sıra yürüyordum. Gemi, Mavişehir Limanı’na demirlemişti. Tanıdık olduğu kadar yabancı da olan bir kıyıya adım attık. Aynı limanda evini, ocağını ardında bırakan Rumlar ne hissettiyse, yüreğimde o sızının aynısı vardı. Ömrümüzün en uzun yol hikayesiydi bu. Kafileler halinde gemiden indik. Selanik’ten birlikte geldiğimiz komşularımızla, bir kez de burada vedalaştık. Komşu bir ülkede, komşularımızdan ayrıldık. “Bundan sonra sizin yeriniz de yurdunuz da burası” dedikleri Akköy’e geldik…”Ben hikayenin içinde böylesine kendimi kaptırmış bir halde gezinirken Semra ablanın sesi yüksele yüksele geri geldi. “Aldığı kadar un” diyordu, Umaç çorbasının yapılışını anlatırken.
… Bir yabancı olarak girdiğimiz bu evden, şimdi abla kardeş gibi çıkıyorduk. O gün, bir kez daha hayatın ancak ve ancak, aldığı kadar unla yoğrulabildiğini anladım